Güncelleme Tarihi:

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de ebeveynlerin bu hayallerini ve hedeflerini gerçekleştirecek olan kurumun toplumsal karşılığı Yükseköğretim kurumlarıdır. İlgili literatür incelendiğinde üniversitelerin bireylere eğitim veren, onların iyi meslek sahibi bireyler olarak yetişmesini sağlayan, bununla birlikte kültür aktarımı yapan, toplumsal düzlemde hem kamu hem de özel sektör için nitelikli işgücü yetiştirilmesini sağlamakla birlikte, toplum için araştırma ve geliştirmelere ev sahipliği yapan kurumlar olduğu aşikardır. Üniversitelerin toplumsal katkı açısından değerlendirilme skorları her ülkede farklı sonuçlar arz eder. Türkiye açısından mesele ele alındığında niyet boyutunda üst düzeylerde bir sıralamanın olduğu sonuç anlamında ise hedeflerle örtüşmeyen bir durumun var olduğu söylenebilir.
2006 yılı sonu itibariyle Türkiye’de 53’ü devlet 24’ü vakıf olmak üzere toplam 77 üniversite bulunurken; 2007 yılından sonra yeni kurulan devlet ve vakıf üniversiteleri ile bu sayı bugün 209’a ulaşmış durumda. Devletin; toplumun büyük çoğunluğunun, üniversite eğitimine erişimini kolaylaştıran bu hamlesi takdire şayan bir olgudur. Fakat Son 20 yıl içerisinde gerçekleştirilen bu atılımların girdi ve çıktılar açısından değerlendirmesi yapıldığında; çıktıların sektörel bazlı istihdamın uyumu noktasında eksikleri olduğu görülür. Elbette, devletin her üniversite mezununu istihdam etme gibi bir zorunluluğu ve sorumluluğu yoktur. Ancak toplumun ihtiyaç ve beklentileri doğrultusunda akılcı ve sürdürülebilir, uzun vadeli plan ve programlar yapma gibi sorumlulukları vardır. Sosyal devlet ilkesinin eğitim boyutunda, vatandaşlara sunulan farklı kalemlerdeki (öğretim elemanı istihdamı, burslar, fiziki tesis ve donanımlar vs.) hizmetlerden yararlanan birey, sürecin sonunda, eğitim almış olduğu alanda değil de farklı bir sektörün kucağında kendine çalışma alanı buluyorsa bu durum hem devlet hem de birey açısından emek ve zaman kaybı olarak değerlendirilmez mi? Peki temel sorun bazı art niyetli kesimlerin ısrarla sık sık dile getirdiği dağa taşa üniversite açıldı meselesi mi yoksa toplumsal fayda açısından günün ihtiyaçlarına cevap vermeyen işlevini yitirmiş fakülte ya da anabilim dallarının varlığı mı? Ya da soru doğrudan şu şekilde sorulabilir: Üniversitelerin bünyesinde yer alan fakülteler açıldıkları bölgenin ihtiyaçlarıyla ne kadar örtüşmektedir? Yine toplumsal açıdan, temel sorunlarımızdan bir diğeri de var olan bazı olumlu durumları çok çabuk tüketme alışkanlığımız.
Örneğin herhangi bir eğitim politikasının hayata geçirilmesi sürecinde, ihtiyaç analizi ve planlaması yapılmadan yerelde işin ehli olmayan bazı figürlerin duruma müdahil olmaları, süreci 5-10 yıl içerisinde ihtiyaç arz etmeyen işlevsiz bir duruma dönüştürebiliyor. Bununla birlikte necip bir millet olmakla birlikte vizyon açısından zaman zaman tökezleyen anlarımız olduğu özeleştirisini de yapmak gerekir. Üniversiteye başlama yaşına gelmiş olmasına rağmen geleceğe yönelik herhangi bir kariyer planlaması yapmayan, yeteneği ve becerisine göre gideceği bölümün puan hedefini dikkate almak yerine; puanının yeteceği ancak yeteneğinin yetmeyeceği bölüme giden ve buna bağlı olarak da başarılı olamadığı için devletin kapısını çalan kitleler, iktidarları zorlayan sorunlu bir grup olarak karşımızda durmaktadır. Bir de açık öğretim fakülteleri de dahil olmak üzere devlet ve vakıf üniversitelerinden bilinçsiz bir şekilde diploma toplayıp daha sonra ekranlar karşısında ana haber programlarında “şu kadar diplomam var ama hala işsizim” diye boy gösterenler var ki; onlardan bahsetmek de sanırım işin tuzu biberi olacak. Oysa ki ilgili mevcut mevzuat incelendiğinde herhangi bir vatandaşın kamuda mesleki anlamda aynı anda farklı iki mesleği aktif bir şekilde icra etmesi mümkün görünmemektedir. Yani bir birey hem öğretmen hem de mühendis olarak aynı anda görev yapamaz. Dolayısıyla uzun vadede üzerinde uzmanlaşabileceğiniz tek bir alan olabilir. Aksi taktirde o olmazsa bu olur; bu olmazsa şu olur diyerek piyasada diploma tacirliği yapıp sonra da eleştiri oklarını iktidarlara ve devlete yöneltmek çok da aklı selim bir tavır olmasa gerek.
O halde ne yapmak gerekir? Bu sıkıntılı süreçlerin tekrar etmemesi adına tüm toplum olarak gelecekte mutlu, huzurlu, nitelikli yarınlar inşa edebilmek adına vatandaşlar olarak gençlerimize erken yaşlardan itibaren becerileri ve istekleri doğrultusunda hedefler koymaları noktasında rehber olmalıyız. İktidarlar açısından ise sürece katkı sunabilmek adına çağın ve toplumların ihtiyaçları doğrultusunda çeşitlilik arz eden; toplumdan her kesimin kendisine uygun bir alan bulabileceği insan gücü ve istihdam planlamaları yapabileceği eğitim politikaları üretebilmek geleceğin gençliği için yapılabilecek en büyük ve akılcı yatırımlardan biri olacaktır.
DOÇ. DR. KENAN BAŞ KİMDİR?
Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışan Kenan BAŞ, Sosyal Bilgiler Eğitimi alanında Lisans, Yüksek Lisans ve Doktorasını tamamlamış olup, aynı üniversitede Doçent olarak görevine devam etmektedir. Eğitimde güncel konulara odaklanan yazar, vatandaşlık eğitimi, toplumsal sorunlar, afet eğitimi, eğitim sanat ilişkisi ve değer eğitimi üzerine çalışmalar yürütmektedir. Farklı platformlarda zaman zaman ülke gündemine ve kültür sanat konularına ilişkin yazılar da kaleme alan yazar, İngilizce bilmekte olup evli ve bir çocuk babasıdır.