Vesime Itır Demir

Vesime Itır Demir

[email protected]

Mekândan düşünceye merdivenin dönüşümü

8 Aralık 2025
İnsanlar tarih boyu merdivene sayısız anlam yüklemiştir. Güney Amerika’dan Mısır’a, Uzak Doğu’dan Akdeniz’e tapınakların en sembolik yerlerinden biridir. Yükselme arzusunun ve yön bulma çabasının katılaşmış halidir merdiven.

Tanrılara çıkan yol olarak kabul edilen Mezopotamya zigguratlarının ve Antik Yunan’ın dik merdivenleri zamanla Roma’nın büyük amfitiyatrolarının geniş merdivenlerine evrilir. Doğrudan göğe yükselen Maya ve Aztek piramitlerinin keskin merdivenleri gibi ezoterik ve sembolik okumalarda da merdiven insanın dünyevi olandan ilahi olana yükselişidir. Sümer mitolojisindeki basamaklı yollar tanrıların göğe ulaşan yollarıdır. İki gerçekliği birbirine bağlayan Yakup’un merdiveni de sıradan bir araç değildir; gök ile yer arasında bir bağdır. Her bir basamağı bir erdemi ve bilgelik aşamasını temsil eden merdiven hem yolculuk hem sınavdır. Orta Çağ’ın görkemli Gotik katedrallerindeki göğe doğru uzanan spiral merdivenler de insana, göğün sembolize ettiklerine ulaşabilmesi için daha yolun başında olduğunu hatırlatır. Saraylarda ihtişamın ve iktidarın mimari öğesine dönüşen merdiven, modern ve çağdaş dönemde yer yüzüne ve insan gözüne yakınlaşır. Le Courbusier, Mies van der Rohe’nin merdivenleri heykel sanatına göz kırpar. Bugünün kent yaşamında merdiven, katları, mekanları, kamusal alanları birbirine bağlayan bir bağlayıcı unsur olarak fonksiyonel özelliğini ön plana çıkarır.

PG Art Gallery, 20 Aralık’a kadar küratörlüğünü Meltem Sırtıkara’nın üstlendiği “Merdiven Bir Dairedir” başlıklı sergiye ev sahipliği yapıyor. Sergi, merdiven basamaklarının hiyerarşik yapısının tam tersine alternatif bir merdiven arayışının basamaklarını inşa ediyor. Sanatçıların kendi ifade araçlarını ve mekanla kurdukları ilişkiyi anlattığı kişisel üretim pratikleri bu sergide görünür oluyor. Ali Miharbi, Ali Şentürk, Beyza Boynudelik, Burak Kutlay, Ekin Saçlıoğlu, Fırat Engin, İrem Tok, Meltem Sırtıkara, Merve Şendil, Sümer Sayın, Seher Uysal, Sergen Şehitoğlu, Şafak Çatalbaş ve Ünal Baş’ın eserlerinin yanında, bir süre önce kaybettiğimiz Devran Mursaloğlu’nun anısına sanatçının bir yerleştirmesi de yer alıyor.

Burak Kutlay’ın duvara sabitlenmiş işi Condesigning, üzerinde taşıdığı mimari izlerle insanın doğayı dönüştürme gücünü sorguluyor. İzleyicinin farklı açılardan baktıkça değişen görüntü, üst üste binen boya katmanlarıyla tasarımın yoğunluğunu açığa çıkarıyor. Beyza Boynudelik’in “Günlük Rutin / Aranan Habitat” çalışması ise insanın doğaya yaklaşımını ve kendini dünya üzerinde konumlandırma çabasını hatırlatıyor; belki de hepimizin mekânla kurduğu ilişkiyi yeniden düşünmemiz için bir kapı aralıyor.

Sümer Sayın’ın yerleştirmesinde sıradan bir kalem, dik ve düz formunu kaybederek işlevini yitiriyor; ifade aracı olmaktan çıkıp eğilip büküldükçe başka bir şey anlatmaya başlıyor. Şafak Çatalbaş’ın yerleştirmesi ise ev hayatından tanıdık bir merak hâlini somutlaştırıyor: Duvardan yan komşuyu cam bardakla dinleme anı… Sıcak cam üfleme tekniğiyle oluşturduğu bu iz, sanatçının “derin dinleme” dediği pratiği bedenselleştiriyor.

Seher Uysal’ın “Zaman Kapsülü” projesi ise 1908’de açılan ve yüzyıl boyunca olduğu gibi korunan bir ahşap atölyesinin izini sürüyor. Uysal, “Mekân nedir?” sorusunu mekânın fiziksel unsurlarından çok, içinden geçen zaman ve yaşanmışlıklarla yanıtlamaya çalışıyor. Ali Miharbi’nin önceki çalışmalarından ve gerçekleşmemiş denemelerinden arta kalan parçalarla oluşturduğu yerleştirmesi ise hiçbir kesme ya da delme işlemi yapılmadan bir araya geliyor; geçmiş üretimlerin bir çeşit hafıza örgüsüne dönüşmesi gibi.

Yazının Devamını Oku

Bir Adım Var Vakfı’nın desteklediği genç sanatçıların eserleri BASE’in 9. edisyonunda izleyici ile buluştu

2 Aralık 2025
Bilim, teknoloji, sanat ve spor alanlarında eğitim gören üniversiteli genç kadınlara burs ve gelişim desteği sağlayan bir vakıf olan Bir Adım Var Vakfı, Türkiye’nin yeni mezun sanatçı platformu olan BASE ile beş yıldır sürdürdüğü iş birliğini bu yıl da devam ettirdi. Vakfın görsel sanatlar alanındaki bursiyerlerinin eserleri 26-30 Kasım arasında BASE’in 9. edisyonunda yer aldı.

İpek Ilıcak Kayaalp tarafından kurulan Bir Adım Var Vakfı; üniversiteli genç kadınlara mentorluk programları, eğitimler ve kariyer rehberliği sunarak onların kendi potansiyellerini keşfetmelerine ve hayallerine ulaşmalarına destek oluyor. Birçok alanda olduğu gibi sanat alanında da bursiyerlerinin kişisel ifade biçimlerini güçlendirmeleri, üretim pratiklerini geliştirmeleri ve sanat ekosistemiyle bağ kurmaları için yol gösteriyor. Bu doğrultuda vakıf, Melike Bayık’ın görsel sanatlar danışmanı ve danışma kurulu üyesi olarak sunduğu yönlendirmelerle genç kadın sanatçıların üretimlerini destekleyecek programlar geliştiriyor. Genç sanatçıların sergi katılımına olanak sunmanın yanında, portfolyo hazırlama, görünürlük desteği sağlama ve kariyer gelişimine yönelik eğitimler de veriyor. Bu yıl da vakfın bursiyerlerinden 12 genç sanatçı, farklı tekniklerle ürettikleri eserlerini BASE kapsamında sergiledi. Arzu Şemşi Kaygusuz, Bahar Kıyıklık, Deniz Ada Depecik, Feyzagül Korkmaz, İlayda Almaz, Melis Sürüç, Sara Akkuş, Sevinç Orman, Sudenaz Korkmaz, Şevval Yılmaz, Ümre Akalp ve Zenetsu Umul bu yıl Bir Adım Var Vakfı iş birliğiyle BASE’te yer aldı.

Sanatçılardan Arzu Şemşi Kaygusuz, Feyzagül Korkmaz, Sude Naz Korkmaz ve Ümre Akalp ile Bir Adım Var Vakfı, Base’in 9. Edisyonunda yer alan eserleri ve kendi sanat pratikleri hakkında konuştuk.

Bu yıl Bir Adım Var (BAV) kapsamında, BASE’te yer alan eserinizde hangi kişisel araştırma alanlarını ya da toplumsal meseleleri ön plana çıkarmayı tercih ettiniz? Üretiminize yön veren temel sorgular nelerdi?

Ümre Akalp: Çalışmalarımda insan ilişkilerinin kırılganlığını, duyguların ve beden dilinin sessiz mesajlarını keşfetmek istedim. İlk fotoğrafta mahcubiyet ve cesaret arasındaki ince çizgiyi, ikinci fotoğrafta ise kırılganlık ve güzellik arasındaki geçişi sorguluyorum. Temel sorum, insanın en savunmasız anlarında bile nasıl bir güç ve gerçeklik ortaya çıkardığı üzerineydi. Bireyin içsel dünyası ile dış dünyaya verdiği tepkiler arasındaki ilişkiyi görünür kılmayı hedefledim.

Arzu Şemsi Kaygusuz: Bu yıl BASE’te yer alan eserimde, insanın yükselme arzusu ile bu arayışın kırılganlığı arasındaki dengeyi araştırdım. İkarus’un hikâyesini, başarı ya da düşüşten çok niyetin ve deneyimin kendisine odaklanarak ele aldım. Metal, tüy ve dal gibi malzemelerle doğanın hafızasını insan bedeninin arzularıyla buluşturdum. Üretimime yön veren temel soru, “Yükselme cesareti mi yoksa düşüşün izi mi daha çok şey söyler?” oldu.

Feyzagül Korkmaz: BASE kapsamında sergilenecek Hatırlama Biçimleri adlı çalışmamda kişisel hafızanın kırılganlığını ve hatırlamanın öznel, kimi zaman da yanıltıcı doğasını ele aldım. Geçmişi nasıl hatırladığımızı, hafızadaki kesik anıları nasıl tamamladığımızı ve bu parçalı yapının kimliğimizi nasıl şekillendirdiğini incelerken; ailevi anlatılar, kuşaklar arası imgeler ve toplumsal hatıraların bireysel belleğimizle kesişimini de araştırdım. Kendi zihnimdeki boşlukları doldurmaya çalıştığım anıların izleri bu işe yansırken, izleyiciye de hafızanın eksik, yeniden yazılan ve sürekli değişen çok katmanlı dokusunu hissettiren bir karşılaşma sunmayı amaçladım.

Sude Naz Korkmaz: BASE’teki çalışmamda yeme bozukluğu deneyimini hem bireysel hem de toplumsal düzeyde ele almayı tercih ettim. Beden algısının nasıl şekillendiğini ve bu algının özellikle kadınlar üzerinde nasıl baskılar yarattığını sorguladım. Üretim sürecimde, görünmez kalan içsel mücadelelerin bedensel formlara nasıl yansıdığını araştırdım. Temel olarak, kontrol, kırılganlık ve dönüşüm arasındaki gerilimi görünür kılmayı amaçladım.

Yazının Devamını Oku

Autoban’dan kurumsal hayata sürdürülebilir bir dokunuş

26 Kasım 2025
Londra ve İstanbul merkezli, uluslararası alanda tanınan bir iç mimarlık ve tasarım stüdyosu olan Autoban, Akbank’ın İstanbul’daki genel müdürlük binasına yaptığı tasarımla, kurumsal mimarlıkta yenilikçi, kullanıcı odaklı ve geleceğe dönük kapsamlı bir dönüşüm yaratıyor.

Günümüzün ofis çalışma koşulları hem fiziksel hem zihinsel anlamda hepimizi zorlamakta. Motivasyon yükselten bir çalışma ortamı, rahat sandalyeler, ergonomik masalar hayatı kolaylaştıran en önemli detaylardan bazıları. Bu aslında bir lüks değil, her çalışanın en doğal hakkı. Uzun saatlerini kapalı bir ortamda masa başında geçirmeye alışmış olan kurumsal şirket çalışanlarının fiziksel ve zihinsel sağlığı için ofis ortamlarının sürdürülebilir ve insan odaklı iç mekân tasarımına sahip olması günümüzün en önemli gerekliliklerinden biri. Akbank genel müdürlük binası çalışanları son günlerde, Autoban’ın dönüşüm yaratan tasarımıyla ihtiyaçlarına cevap veren bir ortamda çalışma fırsatı buluyor.

İnsan merkezli bir tasarım yaklaşımı

Akbank’ın köklü mirasını, yenilik ve değişim vizyonuyla dengeleyen bir mimari yaklaşım benimseyen Autoban, biyofilik tasarımı, esnek çalışma ortamlarını, odaklanmayı ve iş birliğini destekleyen özel tasarım unsurlarını ofis yaşamına entegre ediyor. Akbank’ın kurumsal rengi olan kırmızıyı ve bu rengin farklı tonlarını tasarımına dahil ederek canlı fakat aynı zamanda dinlendirici özellikte bir renk paleti sunuyor. Bina aynı zamanda günümüzün önemli sanatçılarının eserlerine de ev sahipliği yapıyor. Gözde Can Köroğlu, Emre Namyeter, Mithat Şen, Ardan Özmenoğlu, Ebru uygun gibi sanatçıların binanın katlarına ve ofislere yayılan eserleri çalışanlar için kısa bir sanat molası yaratma fırsatı sunuyor. Geniş bir İstanbul manzarasına sahip olan binanın ofislerindeki ve koridorlarındaki yüksek tavanlar ve ahşap paneller ise mekanın akustiğine destek oluyor.

İş saatleri içinde kısa bir mola fırsatı

Kütüphane, müzik stüdyosu, oturma alanları gibi çalışanların kendilerini iş dışında hissedip hobi amaçlı vakit geçirebileceği odalar da var. Çalışma alanları ise farklılık gösteriyor. Geniş bir masa etrafında çalışma olanağının yanında çağdaş bir anlayışla oluşturulan kapsül odalar da çalışanlar için bir alternatif oluşturuyor. Binanın geneline yayılan yeşil renk tonları ve bitkiler ise rahatlatıcı ve betondan uzaklaştıran bir doğa ile iç içe olma hissi veriyor.

Yazının Devamını Oku

Kapısı açık bir atölye: Aynadan İçeri

28 Temmuz 2025
İstanbul Manifaturacılar Çarşısı (İMÇ), kırsaldan kente göçün hızlandığı 1980’li yıllarda Türkiye sinemasındaki arabesk müzik etkisinin hafızamıza kazıdığı bir yapı oldu. Bu yılların etkisiyle “Plakçılar Çarşısı” olarak da bilinen İMÇ, modern mimarinin önemli örneklerinden biri.

<#comment>

Tarihi Yarımada’da yer alan İMÇ’nin plastik sanatlarla olan bağı aslında 1967 yılında açıldığı günden itibaren sürüyor. Yapının bünyesinde Kuzgun Acar’a ait bir heykel, Füreya Koral ve Sadi Diren’e ait seramik panolar, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eren Eyüboğlu ve Nedim Günsür’e ait mozaik panolar ve Yavuz Görey’e ait bir çeşme heykeli bulunuyor. Plakçıların, enstrüman mağazalarının ve kumaşçıların mesken edindiği çarşı, 2000’li yıllardan günümüze sanatçı atölyelerinin, sanat inisiyatiflerinin ve deneyim alanı olarak da tanımlayabileceğimiz oluşumların sayısının arttığı bir yer haline geldi. 5533, Atölye 5554, Aynadan İçeri, BENTA, İmalat-Hane, Non.Sight, SAHA Studio gibi oluşumlar ticari kaygılardan uzakta, sergilerin, söyleşilerin ve atölyelerin düzenlendiği sanat alanları olarak aktif bir şekilde yaşamını sürdürüyor.

Bu oluşumlardan biri olan Aynadan İçeri 6. Blok 6531 numarada yer alıyor. Sanatçı ve sanat eğitimcisi İris Ergül’ün atölyesi de olan mekân 2024 yılında açıldı. Açıldığı günden beri aktif bir şekilde sergiler, performanslar, atölyeler ve söyleşiler düzenlemeye devam ediyor. 26 Ekim 2024 tarihinde aynı isimle açılan “Aynadan İçeri” başlıklı ilk sergi hem yer aldığı mekânın geçmişiyle hem de İMÇ’nin mimari yapısıyla ilişkilenen bir sergi oldu. Elif Ece Alarcin, Umut Ballıkaya, Sultan Eylül Çelik, Sude Çulha, İsra Doğan, Buğu Tilbe Sazlı, Jeren Shaeri, Işıl Şimşek, Kaan Pınar, Berkehan Tiryaki ve Fatih Umdu’nun yer aldığı sergide heykel, fotoğraf, yerleştirme gibi mekanla ilişki kuran işler vardı. Bu genç sanatçıların arasında eğitim aldıkları alanın dışındaki sanat pratikleri ile iş üretenler de vardı. Fotoğraf eğitimi alıp, malzeme ve doku gibi heykelin temel problemleriyle uğraşan bir sanatçının yanında, heykel eğitimi alıp video üzerine çalışan bir sanatçı da bu sergide yer aldı.

Grilerin baskın olduğu İMÇ binasının içindeki dükkanlardan göze çarpan renkli perdeler, parlak kumaşlar ve yapının merdivenleri ile Sude Çulha ve Işıl Şimşek’in işleri, bulundukları mekânın yapısal özellikleriyle ilişki kuruyordu. İsra Doğan’ın yün ve buluntu kumaşları kullanarak dokuma tekniği ile yaptığı yerleştirmesi, geniş beton blokların sert ve köşeli yapısıyla karşıtlık oluşturuyordu. Jeren Shaeri ise İran’a uzanan geçmişinin etkisiyle, geleneksel teknik ve malzeme bilgisini güncel olan ile birleştirdiği işine, doğadan bulduğu malzemeleri de dahil etmişti.

Aynadan İçeri, aynı adı taşıyan ilk serginin ardından Yıldız Güner’in “Hayale Düş Oldum” sergisine ev sahipliği yaptı. İMÇ 6. Blok’un diğer adıyla Unkapanı Plakçılar Çarşısı’nın koridorlarının değişime direnen vitrinlerinde yer alan film afişleri, plak ve cd kapaklarındaki imgeler dünyasının çıkış noktasını oluşturduğu sergi, 18 Ocak – 2 Şubat aralığında ziyarete açıktı. Serginin devam ettiği süreçte Yıldız Güner bir de sanatçı konuşması yaptı.

Yazının Devamını Oku

Çizgiye ve renge uzanan bir rota: Fikret Mualla

28 Haziran 2025
Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi, Doç. Dr. Ebru Nalan Sülün küratörlüğünde açılan “Zihnin Sınırlarında Bir Rota: Fikret Mualla” başlıklı sergiye ev sahipliği yapıyor. Sergi, ressam Fikret Mualla’nın, Bor Holding Yönetim Kurulu Başkanı Özgür Cem Hancan’ın girişimiyle oluşturulan Hancan Sanat Koleksiyonu’nda bulunan işlerinden bir seçki sunuyor. Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi ile Bor Sanat iş birliğiyle hayata geçirilen sergi, Mualla’nın hayatına ve sanatına dair dikkat çekici detayları izleyicilere aktarıyor.

1903’te İstanbul’da dünyaya gelen Fikret Mualla, karakterini ve sanatını şekillendiren zorlu deneyimlerle dolu bir hayat yaşamıştır. Dönemin saygı duyulan isimlerinden biri olan babası Ekrem Bey ve derinden bağlı olduğu annesi Emine Nevber Hanım ile Kadıköy’ün Moda semtinde çocukluğunu ve gençliğinin erken yıllarını geçirdi. Bu süreci aile büyükleriyle de iç içe geçirmiş olan genç Fikret için hayat, 12 yaşından sonra ona diğer yüzünü göstermeye başladı. Futbola olan düşkünlüğü ve anlatılanlara göre hareketli geçen çocukluğu, yaşadığı bir kaza nedeniyle yerini bir yıl sürecek pasif bir hayata bıraktı. Bu sürecin ardından topal kalan, İspanyol Gribi sebebiyle annesini ve kısa bir süre sonra büyükannesini kaybeden Mualla için yaşam yolculuğu asıl bundan sonra başladı.

Büyük bir sevgiyle bağlı olduğu annesini kaybetmesinin ardından babasının başka biriyle evlenmesine alışamayan ve belki de bu nedenle kendini “ihanete uğramış” hisseden sanatçı, anlatılanlara göre öfkesini sadece içinde yaşamıyor, çevresine de bunu göstermekten çekinmiyordu. Hayata ve babasına karşı olan kızgınlığı, onu başka bir ülkenin yollarına düşürdü ve eğitimine devam etmek üzere İsviçre’ye gitti. Bu yolculuk, Fikret Mualla’nın sanat yolculuğuna açılan kapıyı da araladı; ardından Almanya’ya geçti. Türkiye’ye döndükten sonra ise bu defa Fransa’ya gitti ve kendisinden geriye kalacak olan birçok çalışmayı Paris’te üretti.

“Zihnin Sınırlarında Bir Rota: Fikret Mualla” sergisi de izleyicilere sanatçının Paris’e kesin gidiş yaptığı dönemin öncesine ve sonrasına odaklanıyor. Mualla’nın, Avrupa sanat ortamının etkisiyle dönüşen ve çizgilerle kendini bulan içsel yolculuğu, serginin iki bölüme ayrılmış kurgusunda görülebiliyor. “Çizginin – Tinin Ötesinde” başlıklı ilk bölüm, sanatçının duygu durumlarını en iyi temsil eden işlerden oluşuyor. Mualla’nın çizgiyle güçlenen ifadeci yaklaşımını görebileceğimiz resimlere, sanatçının hayatına tanıklık eden isimlerin metinleri de eşlik ediyor. Akıl hastanesinde kaldığı dönemde yaptığı çizimlerin de sergide yer alması sayesinde, sanatçının hayatına doğrudan tanıklık etmiş oluyoruz.

Burada ayrıca 1930’lardan Yeni Adam dergisine de yer verilmiş. Fikret Mualla’nın çizimleri, eğitim sürecinin ardından ne yapacağını bilemediği bir dönemde, 1933 yılında Yeni Adam dergisinde yayımlanmıştır. Bu bölümde; İsmail Hakkı Baltacıoğlu tarafından 935 sayı yayınlanan “Yeni Adam” dergisini ve Fikret Muallâ desen ve çizgilerini hatırlatmayı amaçlayan “Bir Hatırlatma: Varoluşçu Bir Adam/ Yeni Adam - 1936/1937” parantezi yer alıyor.

Yazının Devamını Oku

Sahneden gerçekliğe: KADIN Dans Tiyatrosu

31 Mayıs 2025
Günümüzde yaş, cinsiyet ya da coğrafya fark etmeksizin, hepimiz içimizde şiddete uğrama korkusunu taşıyabiliyoruz. Geçmiş ile geleceğin temel problemlerinden biri olan şiddeti ortadan kaldırmak amacıyla yapılan çalışmalar ise hedeflediği noktaya ulaşmakta yeterli gücü bulamıyor.

Bu konuda umut verici gelişmeler de olmuyor değil. Kadına yönelik şiddete duyarsız kalamayan ve herkese farkındalık kazandırmak için dans eden genç kadınlardan oluşan bir ekip var: KADIN Dans Tiyatrosu. İlayda Özne Kankaynar’ın yönetmenliğinde, yaşları 13 ile 18 aralığında değişen Özel Açı Lisesi öğrencileri, şiddete uğramış kadınların hayat hikayelerinden yola çıkarak her yıl en az bir performans sahneliyor.

Hala aramızda olan kadınlar

Sade fakat vurucu tasarıma sahip kostümlerin ve ışığın etkisiyle izleyiciyi içine çeken KADIN Dans Tiyatrosu, üç bölümden oluşuyor. Her bir bölüm ayrı bir hikâye anlatıyor. Türkiye dahil üç farklı ülkeden erkek şiddeti görmüş ve öldürülmüş kadınların hikayesi, genç dansçıların güçlü performanslarında hayat buluyor. Farklı coğrafyalarda yaşayan, farklı dilleri konuşan, farklı geçmişe sahip, farklı kültüre ait olan bu kadınların ortak tek bir noktası var: erkek şiddetine uğramış olmak. Sahnedeki genç kadınları izlerken, performansın her bir bölümünde onların sadece dans ettiğini değil, şiddete uğramış kadınların hala aramızda olduğunu izleyiciye hatırlattığını hissediyoruz. Her geçen gün sayısı artan şiddet vakalarının bir gün bir yerde karşımıza çıkabileceğini düşünüyoruz. Buna karşın sahnede güçlerini katlayan genç öğrenciler, coğrafya, kültür, ülke fark etmeksizin ataerkil toplumlarda kadın olarak tek başına hayatta kalmanın tekinsizliğine meydan okurcasına dans ediyor.

Ortak hikayeler

Performans devam ederken arka planda sesini duyduğumuz kadınlar ise çoğumuzun ortak olduğu kendi hikayelerini anlatıyor: Tertemiz umutlarını büyütürken zorla evlendirilerek yetişkin bir kadına evrilen çocuklar, çocuklarını korumak isterken kendini şiddetten koruyamamış kadınlar, korunaklı bir yuvada yaşamanın ne demek olduğunu bilmeyen insanlar, büyükleri tarafından korunduğunu düşünürken korkularıyla yüzleşemeyen genç kadınlar… Bu kadınların her biri KADIN Dans Tiyatrosu’nda ölümsüzleşerek aslında şiddetin ne kadar yakınımızda olduğunu gösteriyor. Görmezden gelinen her şiddet vakasının katlanarak büyüyeceğini ve büyümesine göz yuman her bireyin kaçınılmaz olarak bundan etkileneceğini hatırlatıyor.

Yazının Devamını Oku

Sanat ve gastronomi bu masada buluşuyor: Masada II

9 Mayıs 2025
Yemek yapmak ve sanat yapmak benzer özellikler taşır: Farklı malzemeleri bir arada kullanmak, yeni formlar / yeni lezzetler oluşturmak için birlikte düşünülemeyecek malzemeleri aynı zeminde buluşturmak, deneysel girişimlere açık olmak ve daha niceleri…

Hem sanatın hem de yemeğin kendine özgü haz veren bir estetiği vardır. Temel işlevi doygunluk yaratmak olan yemek, görsel açıdan zayıf kaldığında iştahı ve yeme isteğini düşürebilir, güçlü olduğunda ise artırabilir. Tıpkı resim, heykel, fotoğraf ya da görsel sanatlara dair diğer alanlarda üretilmiş bir eserin verdiği tatminin etkisi gibi. Yemek, kendini görsel bir haz unsuru olarak sergileme fırsatı bulduğu masa ile bir araya gelince temel işlevinin ötesinde bir olasılık sunar: lezzet, sohbet, dostluk, sıcaklık ve daha birçok güzel anıya tanıklık edecek olan bir ortam bunlardan bazılarıdır. Özellikle Akdeniz kültürünün önemli bir parçası olan yemek masaları, zaman zaman bir ritüel etkisi yaratan akşamlara dahi vesile olur.




Masada buluşturan bir sergi: Masada IIMasada buluşturan bir sergi: Masada II

Bugünlerde masada bir araya geliyor olmanın önemini ve heyecanını Galeri Bu ve Buffet birlikteliği ile açılan “Masada II” sergisini gezerek yaşayabilirsiniz. İstanbul’un tarihi semtlerinden biri olan Galata’da yer alan ve 13 yılı geride bırakan Galeri Bu, geçtiğimiz yıllarda giriş katına açılan Buffett ile ziyaretçilerin hem tat duyusuna hem de görme duyusuna yönelik olarak hazırladığı “Masada” sergi serisinin ikincisini gerçekleştiriyor. Serdar-ı Ekrem Sokak üzerinde konumlanmış sıcak renklere sahip binaların arasından ve Arnavut kaldırımından geçerek ulaştığımız Masada II sergisi, E. Ezgi Özer küratörlüğünde 26 Nisan 2025’te ziyarete açıldı. “Masada II”, Studio Pinprick ve Umut Yalım’ın eserleri ile Buffett şefi Merve Şeker Yalım’ın sergiye özel hazırladığı lezzetlere ez sahipliği yapıyor. “Sanattan masaya bir gastronomi ve sanat deneyimi” söylemiyle yola çıkan “Masada” sergi serisi, temelde kişisel olan yemek ve sanat tüketimini ortak bir deneyim haline getiriyor. 


Yazının Devamını Oku

Kendine ait bir dünya: Ev

10 Mart 2025
Küratörlüğünü Gamze Öztürk’ün üstlendiği “Dünyaya Uzanmak” başlıklı sergi Gözde Mulla ve Özge Enginöz’ün çalışmalarını bir araya getiriyor. 30 Ocak – 14 Mart tarihleri arasında Kasa Galeri’de ziyarete açık olan sergi, ilhamını insan ve dünya arasında süregelen çok katmanlı ilişkiden alıyor.

Bir koridor ve üç oda olarak kurgulanan serginin girişinde, Gözde Mulla’nın “Dışarıda Bir Yerde” isimli yerleştirmesi bizi karşılıyor. Korunaklı ve mahrem bir mekan olarak “ev”in bir parçası olan “koridor”da sergilenen bu çalışma izleyeni biraz tedirgin ediyor: dramatik ışıklı bir gökyüzü ve karanlık bir dağ, “içerisi” ve “dışarısı” kavramlarını karşı karşıya getiriyor. Evcil bir malzeme olan kumaş üzerine akrilik boya tekniğiyle yapılan bu işin üç metreye yakın bir yüksekliğinin olması gerçek bir doğa manzarasına baktığımızda hissettiklerimizi anımsatıyor.

Yaşamı sürdüren ve yok eden ateş

Enginöz ve Mulla’nın “ateş” kavramını ele aldığı bölüm olan Oda 1, Marcus Vituvius’un “Mimarlık Üzerine On Kitap” isimli yapıtından referansla yola çıkıyor. Serginin bu bölümünde, ilk barınağın doğuşunu ateşin keşfedilmesine bağlayan Vitruvius’un düşüncesine paralel olarak evin kuruluş anına işaret ediliyor. Barınağın doğuşuna sebep olan ateşin aynı zamanda yokedici bir güce sahip olduğunu Enginöz’ün “Ateş Taşıyıcıları” ve Mulla’nın “İçeride Bir Yerde” çalışmalarında görüyoruz. Ateş taşıyıcısı olarak bilinen ve konakladığı ağaçları yok eden kav mantarlarının duvarda heykel formunda sergilendiği Enginöz’ün yerleştirmesinin devamında, Mulla’nın çalışması özellikle yaz mevsiminde çıkan yangınlar sebebiyle ormanların insan eliyle maruz kaldığı tahribatı ele alıyor.

Zaman içinde temel yapı malzemelerinin eskimesi riskiyle karşı karşıya olan barınma mekanlarının tahribata uğraması kaçınılmazdır. Oda 2’de Özge Enginöz’ün çeşitli malzemeleri tuval üzerinde alçı ile kaplayarak oluşturduğu “Ev Hareketsiz Çocuğu Kucaklar” serisi bu tahribatı yanma, bozulma süreçlerini görünür hale getirerek sunuyor. Gözde Mulla’nın “İçeride Bir Yerde” isimli resim serisinden iki resim daha serginin bu bölümünde karşımıza çıkıyor.

Eşikteki hafıza

Bir önceki bölümde doğanın tahribatına ilişkin olarak yanan ormanları ele alan Mulla bu bölümde ise kenar-köşe gibi evin gözden çıkarılan alanlarını yangın teması ile görünür hale getiriyor. Oda 3, yaşanmışlığın izlerini Özge Enginöz’ün aynı zamanda ev mefhumunu irdelediği “Zamanla Yok Olan” isimli serisinde ve Gözde Mulla’nın eşik kavramı üzerinden mekanın belleğini ele aldığı “Mekan Deneyimleri Serisi: Arada, Orada, Şurada, Burada” başlıklı çalışmalarında görüyoruz. Buluntu nesnelerin gündelik nesnelerle bir araya geldiği bu bölüm, her gün karşılaştığımız fakat işlevinin farkında olmadığımız nesneler aracılığıyla ziyaretçilere bir mekana ait olma duygusunu hatırlatıyor.

Yazının Devamını Oku