Eğitimle gelen devrim

21 Aralık 2025
Eğitim kişinin doğumundan ölümüne kadar devam eden canlı bir süreç. Bu ‘sonsuz tecrübe yolculuğu’, gençlerin farkındalığının artması için kritik önemde. Türk Eğitim Vakfı da sadece burs vererek değil, gençlerin kökten dönüşmelerini sağlayarak toplumun bilincinin yükselmesine vesile oluyor.

Bazı kavramlar vardır ki açıklaması zordur. Bunlardan biri de kesinlikle ‘eğitim’. Mesela ‘öğretim’ desem, anlatması kolay. Okul-müfredat ağırlıklı bir kavram. ‘Eğitim’ deyince derya deniz... Zaten internette yaptığınız ilk aramada da bu ortaya çıkıyor: “Öğretim, bir kişiye yeni bilgilerin aktarılmasıdır. Eğitimse insanlara tecrübe kazandırmaya yöneliktir; bir bilginin deneyimlenmesini ve pratiğe dökülmesini sağlar.”

İşte bu ‘tecrübe yolculuğu’ da kişinin doğumundan ölümüne kadar devam ediyor, anbean. Her şeyi kapsıyor. Bir hayvana nasıl davranılacağı, sokağa çöp atılmaması gerektiği, nasıl yemek yendiği, ahlaki değerler... Hepsi ‘eğitim’in içine giriyor. Dolayısıyla o dönemin kodlarına, ruhuna göre de içeriği sürekli değişiyor. Yani aslında yaşayan, canlı bir sistem.

Hayat yoldaşı

Bana bunları düşündüren, bu sihirli kelimeyi adında taşıyan Türk Eğitim Vakfı (TEV) oldu. Açıkçası vakfın genel müdürü Banu Taşkın’la tanışıncaya kadar, TEV’in sadece burs sağlayan bir kurum olduğunu sanıyordum. Ama Banu Hanım’la sohbet edince, vakfın adında neden ‘eğitim’ olduğunu anladım. Çünkü TEV bu kavramın derinliğini bilen ve onu hayata geçiren bir kurum. 58 yıldır var olan, Türkiye’nin 81 ilini kapsayan, bugüne kadar 340 binden fazla burs veren ve her yıl 20 bin başvuru alan kurum; gençlerin öğretim/okul masraflarını karşılamakla kalmıyor. Burs sırasında ve sonrasında hem staj-istihdam desteği vererek ve kariyer programlarıyla-mentorlukla onları çalışma hayatlarında yönlendirmeye devam ediyor hem de belki de en önemlisi, sosyal-kültürel-sanatsal faaliyetlerle bütünsel donanımlarına hizmet ediyor. Yani onların kökten dönüşmelerini sağlıyor.

“Bir gencin kendi bireysel hikâyesini dinlediğiniz an, siz de o hikâyenin bir parçası oluyorsunuz artık. Dışında kalamıyorsunuz. O hikâyeyi beraber yaratmaya devam ediyorsunuz” diyor Banu Taşkın. Zaten kendi hayatını, vakıfta çalışan herkesin hayatlarını bu hikâyelere adadıklarını onu dinlerken hissetmemeniz mümkün değil. Sanki bursiyerlerin hayat yoldaşı...

Dört yıldır TEV’in genel müdürlüğünü yapan Banu Hanım, özellikle ‘Yüzyılın Felaketi’ denen
Antakya depremi döneminde TEV’in kendini nasıl bölgeye tüm varlığıyla adadığını anlatırken duygulanıyor. “Bizim bağışçılarımız çok büyük oranda ömür boyu veya en azından çok uzun yıllar boyunca bağış yapıyor. Deprem sonrasında her birinin nasıl bir adanmışlık içinde olduğunu görünce bizim sadece burs veren bir yapı olmadığımızı tüm iliklerimde hissettim Verda Hanım” diyor. “Hemen deprem günü 60 kişilik bir ekip kurduk ve kısa sürede bölgede 6 okul inşa ettik. Konteynerde yaşayan bir gencimiz o günlerde kendisini aradığımızda bize ‘İnanamıyorum, demek orada birileri varmış’ diyerek hislerini dile getirdi ve o an konteynere ‘ışık’ girdiğini söyledi. Hatta bunu da bir resme döktü” diyerek bu beraberlik ruhunu her bir bursiyerle yaşadıklarını anlatıyor Taşkın.

Farkındalık artıyor

Yazının Devamını Oku

Türkiye’nin kadınları geliyor

7 Aralık 2025
Yaşam döngüsünün en önemli kahramanıdır kadınlar. Dokuduğu bir kilim sadece bir kilim değildir. Geleneği geleceğe taşıyan bir köprüdür. Bu nedenle kadınların hayata karışması, üretmesi yaşamsal önemde. Üreten kadına destek verildiğinde ülke için çok şey değişir. ‘Türkiye’nin Kadın Girişimci Yarışması’nı da düzenleyen ‘Kadın Girişimci Destek Programı’ bu konuda bir mihenk taşı.

Sibel Kaya (solda) ve Esra Bezircioğlu (sağda)

Kadın varsa, hayat var demek. Bu, kadınların sadece doğum yapmalarıyla ilgili bir durum değil. Şöyle ki... Mesela ‘kadın kooperatifi’ veya ‘kadın girişimciler’ deyince aklınıza ilk ne geliyor? Muhtemelen reçel, salça vs. ya-
pıp pazarda satan kadınlar topluluğu... Oysa bir kadının üretmesi, o üründen çok daha fazlasını temsil ediyor. Örneğin kilim dokurken kullandığı motiflerin ve kumaşın devamlılığını sağlıyor. Masal anlatırken veya ninni söylerken bile aslında o toprakların tarihini gelecek nesle aktarıyor. Yani binlerce yıllık kadim geleneğin, kültürün, yaşam döngüsünün en önemli kahramanları kadınlar. Tam da bu yüzden bir kadının hayata karışması, bir şeyler üretmesi bir toplumun devamı için yaşamsal nitelikte.

Bana bunları hatırlatan; bu topraklarda kadınların üretmesi, üretmeye devam etmesi için en çok çaba sarf eden kurumların başında gelen Türkiye Kadın Girişimciler Derneği (KAGİDER) ve Garanti Bankası BBVA oldu. İki kurum elini tam anlamıyla taşın altına koymuş ve tüm Türkiye’yi kapsayan bir ağ kurmuşlar. 2006’da ilk tohumunu attıkları ‘Kadın Girişimci Destek Programı’nı yıldan yıla kar topu gibi büyütmüşler. Bugün 50 bin küsur kadın girişimcinin başvurduğu ‘Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması’ adlı ulusal yarışmayı ve Ticaretin Kadınları adlı interaktif platformu kapsayacak kadar genişletmişler.

‘Ticaretin Kadınları’ platformu şu an 60 ilden 3 bin 885 kullanıcı, 1.425 işletme ve 228 derneği kapsıyor. Bu ağa kayıtlı olan kadın girişimciler kendi aralarında ticaret ve yeni işbirlikleri yapabiliyorlar, yerel yöneticilerle bağlantı kurarak ihtiyaç duydukları bilgilere anında ulaşabiliyorlar ve harita üzerinden şehir/sektör/ürün/firma bazlı arama yaparak nokta atışı erişim sağlayabiliyorlar. Bu sene tedarikçilerin de platforma dahil edilmesiyle birlikte kadınların ticaret hacmi çok farklı bir boyuta taşınmış.

Ekosistem gelişmeli

“Projemiz bireysel başarıların çok ötesine geçen, bölgelerindeki kadınlar için çekim merkezi yaratan, toplumsal kalkınmayı hızlandıran bir güç haline geldi. Sadece son 5 yılda 225 milyar liralık büyük bir finansman sağladık ama bu ekosistemi güçlendirmek için finansmanla yetinmiyoruz. Yıl boyu eğitim, yeni pazarlara ulaşım ve görünürlük konularında da onlara yol arkadaşlığı yapıyoruz” diyor Sibel Kaya. Bu kapsamda Boğaziçi Üniversitesi Yaşamboyu Eğitim Merkezi’yle (BÜYEM) birlikte girişimcilere eğitim verdiklerini, fiziksel olarak da Adana, Samsun, Bursa ve İstanbul’da Türkiye’nin dört bir yanından girişimci kadınları buluşturduklarını anlatıyor. “Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması kadınların görünürlüklerini arttırarak diğer kadınlara ‘Ben de yapabilirim’ inancı veriyor. Bizim için asıl önemli olan da ekosistemin bu şekilde gelişmesi” diyor.

Garanti BBVA Genel Müdür Yardımcısı Sibel Kaya “Türkiye’de nüfusun yarısını kadınların oluşturmasına karşın işgücüne katılım oranı yüzde 35 seviyelerinde. Girişimciliğin bu oranı arttırmak için çok etkili bir araç olduğunu düşünüyoruz. Şu an geldiğimiz noktada Türkiye’de kadın girişimcilik oranı yüzde 12 ve daha yapılacak çok şey var. Çünkü kadınların işgücüne katılımının artması hem kadının ekonomik ve sosyal alandaki gücünü arttıracak hem de ülkenin gelişimine ve refahına önemli katkılar sağlayacak” diyerek bunun uzun soluklu bir yolculuk olduğunu vurguluyor.

Yazının Devamını Oku

Verdiğimiz zararın farkında mıyız?

23 Kasım 2025
En çok israfa yol açan ve en hızlı değişen sektör; moda endüstrisi bu sefer gerçekten dönüşüyor! ‘Sürdürülebilir’ kelimesiyle yan yana durması başlı başına tezat gibi görünen bu sektör, çok daha temiz, adil, etik hale geliyor. Bugün dünyada en çok tercih edilen Stella McCartney gibi markalar ve hızla çoğalan ikinci el pazarları da bu eğilimin öncülerinden.

Düşünün ki tekstil demir-çelikten sonra en çok enerji israf eden yani doğalgaz-su harcayan sektör. Birleşmiş Milletler’in (BM) son raporuna göre; moda endüstrisi, küresel karbon emisyonlarının yüzde 10’unu ve küresel atık suyun tam yüzde 20’sini oluşturuyor!

Tabii ki hiçbir şey satın almayalım demiyorum. Ama ne giydiğimizinsatın aldığımızın farkına varalım ve bilerek seçelim. Mesela bugün üretimde çok daha az su-elektrik harcayan teknolojileri kullanan markalar var. ‘Susuz boyama’ ve ‘susuz finish’
(son bitim işlemi) gibi yeni teknolojiler kullanıldığında, bir ayda 4 kişilik bir ailenin tam 43 yıllık su ihtiyacı kadar su tasarruf ediliyor!

Gerçek maliyet

Sadece havaya, suya, toprağa verilen zarardan bahsedemeyiz elbette. Üretim aşamasında diğer canlılara da çok zarar veriliyor. Mesela giydiğimiz bir kazağın yumuşacık yünleri karşılığında bir koyun yara bere içinde kalabiliyor. Doğru şekilde kırpılmazsa... Aynı şekilde aldığınız tişörtü Bangladeş’te bir günde 10 kuruşa çalışan bir çocuk işçi üretmiş olabilir.

Bugün çok şükür ki farkındalığı artan tüketiciler, bir ürünün ‘gerçek maliyeti’ni sorgulamaya başladılar. Asıl maliyetin ödediğim para değil, dünya kaynakları ve üretim sürecine dahil olan canlılar olduğunun farkındalar. Tam da bu yüzden mesela elyaf üretimi için ağaç kullanan birçok tekstil markası artık sadece ‘kendini çok kısa zamanda yenileyen ağaçlar’ı tercih ediyor.

Giydikten sonrası da...

Ne var ki sıkıntı sadece bir kumaşın üretim sürecinde değil. Siz onu giyerken de çevreye ve kendinize ciddi zarar verebilirsiniz. Örneğin petrol türevi olan sentetik malzemeler ucuz oldukları için tercih ediliyor ama teninize zarar vermekle kalmayıp çevreye de ciddi zarar veriyorlar. Çamaşır makinesinde yıkanırken açığa çıkan büyük miktarda mikroplastik, bu yolla suya yani derelere, denizlere dolayısıyla canlılara karışıyor. Biz de suyla ve balıklarla birlikte bu mikroplastikleri içimize alıyoruz.

Yazının Devamını Oku

Sanatın merkezi Anadolu

9 Kasım 2025
Sizce geçmiş ne kadar önemli? Geçmişinizi yok saymanız, geleceğinizi etkiler mi? Ya da maziye çok takılı kalırsanız, yarın gelir mi? Var mıdır bunun bir dengesi? Bir kişi ve bir toplum için geçmiş, bugün, gelecek bir mi?

Bu soruların en doğru cevabı bence her zaman olduğu gibi doğada saklı: Bir ağacın kökleri ne kadar sağlamsa, dalları da o kadar yükseğe uzanır, bildiğiniz gibi.

Bunları bana düşündüren 15 Ekim - 30 Kasım tarihleri arasında gerçekleşen 2. Uluslararası Akdeniz Bienali/Çağdaş Sanat oldu. Adana, Mersin, Hatay, Kahramanmaraş, Afşin, Osmaniye’de düzenlenen, merkez üssü Tarsus olan bienal, bölgede bir ilk. Yakında Antalya, Gaziantep ve Kıbrıs’ı da içine alacak.

Bu yılki organizasyonun başlığıysa “AKDENİZ! AKDENİZ!/MARE NOSTRUM!” (Latince: Denizimiz). Peki, neden ismi Akdeniz? Ve neden Tarsus merkez?

Önde gelen ressamlarımızdan Ekrem Kahraman; bienalin fikir babası, bayraktarı ve bu fikri hayata geçiren Çukurova Çağdaş Sanat Kültür ve Eğitim Vakfı’nın da kurucusu. “Bu bienal yalnızca bir sergi ve hatta bienal niteliği taşımıyor. Amacımız, kültürler ve uygarlıklar arası kapsayıcı bir diyalog kurmak, hepsini bu bölgede birleştirmek. Zira doğduğum, büyüdüğüm şehir olan Tarsus ve çevresi; insanlık tarihinin, uygarlıkların, dinlerin, doğduğu ve dünyaya yayıldığı bölge. Buranın geçmişinden aldığı bilgeliği geleceğe taşıması gerektiğine inanıyorum. Tarsus aynı zamanda ‘Geniş Akdeniz’ bölgesinin kalbi. Tam da bu yüzden buranın Kuzey Afrika’dan Güney Avrupa’ya, Ortadoğu’dan Körfez ülkelerine tüm bölgeyi kapsayacak bir kültür-sanat merkezi olması gerekiyor” diyor.

60’ın üzerinde yerli ve yabancı sanatçının katıldığı bienalin çağdaş sanat ayağı iki yıl sonra tekrar gerçekleştirilecek. Ancak eşzamanlı olarak her sene farklı kolları insanları birleştirmeye devam edecek. “Akdeniz Bienali/Edebiyat, Akdeniz Bienali/Müzik gibi her yıl birçok ayağı olacak. Halk oyunları, yerel üretim, gastronomi gibi alanları da dahil edeceğiz. Amacımız, kültürel mirasımızı güncelleyerek, geliştirerek geleceğe taşımak” diyor Ekrem Kahraman.Bienale 60’ın üzerinde yerli ve yabancı sanatçı katılıyor.

Müze de kurulacak

Vakıf bu ruhu kalıcı bir merkeze dönüştürmek, küresel çapta bir çağdaş sanatlar müzesi de kurmak istiyor. Bunun için de Tarsus’ta bienalin devam ettiği üç ana mekândan biri olan, Kurtuluş Savaşı sonrasında kurulmuş ve koruma altına alınmış Çukurova Pamuk ve Yün İşleme Fabrikası (Çırçır Depoları) düşünülüyor. “İspanya’nın küçük Bilbao kentinde Guggenheim Müzesi kurulduysa, neden Tarsus’ta da olmasın? Biz daha büyüğünü yapmalıyız. Bu topraklar kültür-sanatın merkezi olmayı hak ediyor. İnsanları bu toprakların binlerce yıldır biriktirdiği bilgeliğin içinde toplamalıyız” diyor usta ressam.

Yazının Devamını Oku

Kadın-erkek eşitliğinde alarm

5 Ekim 2025
Birleşmiş Milletler Kadın Birimi’nin 2025 raporuna göre, dünyanın geri kalanı gibi biz de kadın haklarında alarm veriyoruz. Cinsiyet eşitliğinde 148 ülke arasında 135’inci sıradayız. Yarısı kadın olan ülkemizde üst yönetimlerde, karar mekanizmasında kadın aklı dışarıda bırakılmış durumda.

Mustafa Kemal Atatürk 21 Mart 1923’te Türk kadınının Milli Mücadele’deki hizmetlerini anlatırken şu sözleri sarf etmiş: “Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir milletinde, hiçbir kadın ‘Ben milletimi zafere götürmekte Anadolu kadını kadar hizmet ettim’ diyemez! Belki erkeklerimiz memleketi istila eden düşmana karşı süngüleriyle düşman karşısında ispât-ı vücut ettiler. Fakat bunu sağlayan; sırtıyla, kağnısıyla, kucağındaki yavrusuyla, yağmur demeyip, kış demeyip cephenin harp malzemesini taşıyan hep o ulvî, o fedakâr, o ilâhî Anadolu kadınlarıdır!”

Ne var ki 102 yıl sonrasında, bu ülkenin kurtuluşunda erkekler kadar payı olan Türk kadınının cinsiyet eşitliğindeki yeri 148 ülke arasında 135’inci sırada. Bunu ortaya koyan, Dünya Ekonomik Forumu’nun ‘Cinsiyet Uçurumu 2025 Raporu’. Geçen ay Birleşmiş Milletler Kadın Birimi’nin açıkladığı Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Durum Raporu’na göre de dünyanın geri kalanı gibi biz de kadın haklarında alarm veriyoruz. Bugün ülkemizde kadınların istihdam oranı yüzde 31; yükseköğretim mezunu oranı yüzde 22, yönetici pozisyonundaki kadın oranıysa yüzde 21. Bu sonuncusuysa en önemlisi!

Giderek kötüleşiyor

Şirketlerin yönetim kurullarında ve üst yönetimde kadın olması her şeyden önemli, çünkü kararlar buralarda alınıyor. Dolayısıyla kadın olmayınca, o şirketin vizyonundan tutun en alt operasyonlarına kadar kadın aklı ve ruhu yok sayılmış oluyor.

Ki rakamlara bakarsanız ülkemizde kadın aklı ciddi ölçüde dışarıda bırakılmış durumda: Yönetim kurullarında kadın üye oranı yüzde 17,5. Halka açık 475 şirketin 158’inin yönetim kurulunda kadın üye yok! Bu durum giderek kötüleşiyor. Geçen yıl yönetim kurullarının tamamı erkek olan şirketlerin oranı yüzde 33 iken, şimdi yüzde 39’a yükselmiş.

Tam da bu yüzden ‘Yüzde 30 Kulübü Türkiye’ çok değerli bir inisiyatif başlatmış. 2017’den beri Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu (SU CGFT) ev sahipliğinde faaliyet gösteren bu oluşum, yönetim kurullarında kadın üye olmayan halka açık şirketlere çağrıda bulunuyor. Hedefleriyse BIST’teki (Bursa, İstanbul’daki şirketler) tüm şirketlerin yönetim kurullarında da kadın üyelerin olması; BIST Yıldız Pazar ve Ana Pazar’da olan şirketlerde yönetim kurullarındaki kadın üye oranının en az yüzde 30’a ulaşması.

Yüzde 30 Kulübü Türkiye Kampanyası Yönetim Kurulu Üyesi ve Proje Eş Lideri, aynı zamanda İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği (SKD Türkiye) eski başkanı olan Ebru Dildar Edin bu konuyu tam anlamıyla sahiplenmiş. Toplumsal refah için kadın ve erkeğin eşit seviyeye gelmesi gerektiğini vurguluyor. “Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında uluslararası rekabette öne çıkmak ancak ve ancak kadınlarla erkeklerin eşit şartlarda olacağı bir iş dünyasıyla mümkün olabilir” diyor.

Yazının Devamını Oku

Hadi, engelsiz bir Türkiye!

21 Eylül 2025
2022’de paralimpik okçulukta dünya şampiyonu unvanını kazanan Yiğit Caner Aydın, yarın Güney Kore’de başlayacak Para Okçuluk Dünya Şampiyonası’nda yine madalya için yarışacak.

“Sadece Türkiye’deki 15 milyon engelli için değil, dünyadaki tüm engellilere ilham olmak için çalışıyorum” diyen Aydın’la konuştuk.

Karşımda oturan bir dünya şampiyonu: Yiğit Caner Aydın... “Hastanede aylarca yattığım yoğun bakımdayken vücudumda tek hareket ettirebildiğim yer olan gözlerimle sürekli tavana bakarken hep şunu düşünüyordum: Bana kesinlikle bir misyon yüklendi. Bundan sonra benzer durumları yaşayan herkese ben ilham vereceğim, ışık olacağım” diyor. Türkiye’yi paralimpik sporlarda dünyada defalarca temsil etmiş, en son 2022’de Dubai’de düzenlenen Para Okçuluk Dünya Şampiyonası’nda bireysel olarak şampiyon olmuş milli bir sporcu Yiğit Caner Aydın.

Bu satırları okuduğunuz saatlerde Güney Kore’de Para Okçuluk Dünya Şampiyonası’nda mücadele etmek için hazırlıklarını tamamlıyor. Şampiyona yarın başlayacak. Ancak kendisi için madalya kazanmak değil onun mücadelesi. Hastane odasında kendine verdiği sözü tutmak; sadece Türkiye’de yaşayan 15 milyon engelli için değil, dünyadaki tüm engellilere ilham olmak için onun mücadelesi. “Ben ne kadar başarılı olur ve tanınırsam, onlara da o kadar çok güç verebilirim.

Ben ne kadar çok madalya kazanırsam, onlar da o kadar çok madalya kazanmış olur. Kendimin çok ötesinde bir mücadele veriyorum” diyor.

“DEVAM ETMEK ZAFERDİR”

“Peki ama Yiğit, herkes senin kadar azimli ve güçlü olamaz. Sence hiç umudu, cesareti olmayan, kendinde güç bulamayan biri nereden başlamalı” diye sorduğumda “Denemekten korkmayarak” diyor ve şöyle devam ediyor: “Bir şeyi 90 kere yapıp başaramasanız bile, 91’inci kere denemek... Vazgeçmeden denemeye devam etmek. Bence asıl madalya bir zafer anına değil; vazgeçmediğin, başaramadıktan sonra yeniden denediğin o anlara verilmeli. Ama bizler hep sonuca bakıyoruz. Oysaki asıl zaferler, o sonuca giden yol üzerinde kazanılıyor.”

Yiğit’in en çok üzerinde durduğu konuysa bireysellik. “Bana hep ‘Ebeveynleriniz size çok destek oldu mu’ diye soruyorlar. Elbette çok destek olmak istediler. Ama inanın Verda Hanım, ben kendi sınırlarımı olağanüstü zorlayarak hiçbir destek almamaya çalıştım hep. Çünkü siz gücünüzü ne kadar kendinizden alırsanız, o kadar özgürleşebilirsiniz. O ölçüde güçlenirsiniz” dedikten sonra isminin başharflerinden oluşan, ‘YCA’ logolu, üzerinde ‘Elinden Gelenin En İyisini Yap!’ yazan fincanından kahvesini yudumluyor. “Üzerinde bunun gibi mottolar yazılı olan tişörtler, kalemler, tabaklar vs. üretmeye başlıyorum. Amacım herkesin kendi içindeki muazzam gücü uyandırmaya vesile olmak” diyor.

Yazının Devamını Oku

Yanan ormanlardan yükselen sesler

17 Ağustos 2025
Sadece orman yangını olduğunda doğayla bağımızı hatırlar hale geldik. Ağaçları, ormanları ancak o zaman konuşuyoruz. Çözümü de sadece yangın çıktığında panikle, hızla bulmaya çalışıyoruz. O yüzden eksik kalıyor, yanlış oluyor.

Her şeyden önce şunu anlamamız gerekiyor: Orman, dünyanın ve bizim hayatımızı sürdürmemizi sağlayan alan. Havayı temizleyen, kuştan mantara kadar sayısız canlıyı yaşatan ve biyoçeşitliliği sağlayan; toprağı, havayı, suyu ve insanın ruh-beden sağlığını koruyan bir sistem. O azaldıkça biz de azalıyoruz. O zayıfladıkça biz de eksiliyoruz.

Hatırlamamız gerekense şu: Küresel ısınma nedeniyle yangınların çok daha sıklaşması ve şiddetinin de artması bekleniyor. En çok da maalesef Akdeniz Bölgesi’nde. Orman Genel Müdürlüğü’nün Yeşil Vatan sayfasındaki resmi verilere göre, her yıl orman yangınları doğrusal olarak artıyor.

2000-2010 arasında yılda ortalama 2 bin orman yangını çıkarken, 2010’dan bugüne bu sayı yüzde 28 artmış. Yanan alanların ölçüsü de genişlerken ilk kez Batı Karadeniz gibi bölgelerde de ormanlar yanmaya başlamış.

Dahası, normalde yangın deniz seviyesinden belli bir yüksekliğe kadar çıkarken, geçen yaz 1.000 metreden çok daha yükseklere kadar ulaşmış. Bu çok önemli çünkü o yükseklikte türleri tükenmek üzere olan endemik bitkiler barınıyor.

Unutmayın ki doğanın kendini yenileme gücü çok yüksek olsa da bir orman 10 yıl içinde 3 kez yanarsa artık tamamen yok oluyor. Her yangında yok olan ekili-dikili alanlar, orada yaşayan hayvanlar ve özellikle arı kovanları cabası.

 

İNSAN KAYNAKLI!

Peki, bir daha bu kadar büyük bedeller ödememek için ne yapmalıyız? Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF Türkiye) ve Natura Doğa ve Kültür Koruma Derneği’nin geçen sene yayımladığı ortak rapora göre, çıkan yangınların yüzde 90’ı insan kaynaklı. Çoğu da yollara yakın, dolayısıyla insanların olduğu yerlerde çıkıyor. Yani sorumluluğu küresel ısınmaya atmamak, bizzat üstlenmek gerekiyor. Çocuklardan köylülere, piknikçilerden kerestecilere acilen eğitim ve kampanyalar başlatmak şart.

Yazının Devamını Oku

‘Başımıza icat çıkarsana’

3 Ağustos 2025
40 yıldır global olarak düzenlenen Eco-marathon 20 yıldır Türkiye’de de gerçekleştiriliyor. Yarışmada gençler, dünya kaynaklarını da koruyan, en az enerjiyi kullanarak en çok yolu kat eden arabalar üretiyorlar. Bu yarışma sayesinde gençlerin özgüvenleri artıyor, ekip ruhunu hissediyorlar.

Bizler ‘Başımıza icat çıkarma’ diye diye büyütülmüş nesilleriz. Farklı düşünen, alışılagelmiş kalıpların dışında fikirler üretenler neredeyse kabul görmüyor bu topraklarda. Bu da hepimizin yaratıcılığını öldürüyor. Basmakalıp düşüncelerle otomatik pilotta yaşamamıza sebep oluyor.

Hele bu dönem, bu durum çok daha kötü. Çocuklar, gençler artık sabah gözlerini açtıkları andan itibaren ellerinde telefon, karşılarında bilgisayar ekranıyla yaşıyorlar. Dolayısıyla tüm dikkatleri sürekli ‘dışarıda’. ‘İçeriye’ neredeyse hiç bakmıyorlar. Özgün fikirlerini gitgide daha da kapatıyorlar. Ne yapmak istiyorlar, bu dünyaya hangi değeri katabilirler ve bu neden önemli diye sorgulamıyorlar. Kendileriyle ve çevreleriyle bağ kurmayı neredeyse unuttular.

DÜNYA İÇİN YARIŞIYORLAR

Dolayısıyla bugün en çok ihtiyaç duyduğumuz şey bu: Özgürce düşünen, kendi özgün fikirlerinin farkına varan ve böylelikle kendine has özelliklerini, farklılıklarını bu yaşama katan gençler.

Çok şükür ki bu amaca yönelik bir şeyler yapan birileri var: Dünyanın önde gelen enerji şirketlerinden, 1923’ten bu yana da Türkiye’de faaliyet gösteren Shell Türkiye onlardan biri. Kurum, global markanın tam 40 yıldır lise ve üniversite seviyesindeki gençler için düzenlediği Eco-marathon yarışmasını 20 yıldır Türkiye’de gerçekleştiriyor. Bu yarışmada gençler, en az enerji kullanarak en çok yol kat edebilen arabalar üretiyorlar. Üstelik benzin yerine yenilikçi enerji (hidrojen, elektrik gibi) kullanarak dünya kaynaklarını koruyorlar. Tasarımından yarış pistinde kullanarak test etmeye kadar sürecin her aşamasını kendileri oluşturuyorlar. Yani her biri hem mühendis, hem  tasarımcı, hem girişimci, hem yönetici hem de pilot olmayı öğreniyor desek yeridir.

“Bu yarışma benim kalbime en yakın olan projemiz. Her bir gencin ne gibi mucizeler yaratabileceğini görmek; özgüvenlerinin, ekip ruhlarının ve girişimciliklerinin bu süreçte nasıl geliştiğine şahit olmak beni çok heyecanlandırıyor” diyor 34 yıldır hayatını kuruma vakfetmiş olan Shell Türkiye Ülke Başkanı Ahmet Erdem. Eco-marathon’un dünyanın en uzun soluklu öğrenci inovasyon yarışması olduğunu da özellikle vurguluyor.

Eco-marathon’un en etkileyici tarafı bence ilk adımından son adımına kadar her aşamasını gençlerin inşa etmesine olanak sağlaması. Önce alternatif bir enerji kaynağı buluyor, sonra arabayı en az enerji tüketerek en çok yol yapabilecek şekilde tasarlıyor, akabinde sponsor arayışına çıkıyorlar. Marka gençlerin girişimciliğini arttırmak amacıyla özellikle finansal destek vermiyor. Buldukları bütçeyi doğru şekilde yönetmeyi öğrenen gençler, bu süreçte ekip içinde işbölümü de yapıyorlar. Belki de en güzel tarafı; en başından en sonuna kadar yarışmaya katılan farklı şehirlerden gençlerin rakip olmalarına rağmen birbirleriyle sürekli bilgi alışverişinde olmaları, işbirliği yapmaları. Takıldıkları noktalarda çözüm bulmayı, bir engel olduğunda vazgeçmek yerine harekete geçmeyi, takımın parçası olmayı öğrenmeleri de cabası. Bana kalırsa en önemli katkısıysa şu: Gençler enerji verimliliğini ulaşımda sağlamayı öğrenince, eminim bu bilinci enerji tüketimlerinde her alanda hayata geçirecekler.

“Kullandıkları yenilikçi kaynaklar sayesinde tek bir araçta yüzde 10-15 civarında enerji tasarrufu sağlıyorlar. Bu bilincin yayılması Türkiye ekonomisi için nasıl muazzam bir katkı sağlar, siz düşünün. Enerji ithalatını azaltarak enerji bağımsızlığımızı sağlamaya yönelik ciddi bir katkı bu” diyor Ahmet Erdem.

Yazının Devamını Oku